EN’AM 158 |
هَلْ
يَنظُرُونَ
إِلاَّ أَن
تَأْتِيهُمُ
الْمَلآئِكَةُ
أَوْ
يَأْتِيَ
رَبُّكَ
أَوْ يَأْتِيَ بَعْضُ
آيَاتِ
رَبِّكَ
يَوْمَ يَأْتِي
بَعْضُ
آيَاتِ
رَبِّكَ لاَ
يَنفَعُ نَفْساً
إِيمَانُهَا لَمْ
تَكُنْ
آمَنَتْ مِن
قَبْلُ أَوْ
كَسَبَتْ
فِي
إِيمَانِهَا
خَيْراً
قُلِ
انتَظِرُواْ إِنَّا
مُنتَظِرُونَ |
158. Onlar,
kendilerine meleklerin gelmesinden, yahut Rabbinin gelmesinden, yahut Rabbinin
ayetlerinden birisinin gelmesinden başkasını mı bekliyorlar? Rabbinin
ayetlerinden biri geldiği gün, daha önce iman etmemiş, yahut imanında bir hayır
kazanmamış olan kimseye imanı fayda vermez. De ki: "Bekleyin, biz de
beklemekteyiz."
Yüce Allah'ın:
"Onlar ... mı bekliyorlar?" buyruğunun anlamı şudur: Ben, onlara
karşı kesin delili ortaya koyduğum ve üzerlerine Kitabı indirdiğim halde yine
iman etmediler. Peki bekledikleri nedir? "Kendilerine meleklerin
gelmesinden ... başkasını mı bekliyorlar?" Yani, ölüm sırasında canlarını
almak için meleklerin gelmesinden başkasını mı bekliyorlar? "Yahut,
Rabbinin ayetlerinden bir tanesinin gelmesinden başkasını mı bekliyorlar? ..
" İbn Abbas ile ed-Dahhak derler ki: Rabbinin onlar hakkındaki öldürülme
ve onun dışındaki emirleri demektir. Muzafun ileyh zikredilmekle birlikte muzaf
kastedilebilir, Yüce Allah'ın: "O kasabaya sor'' (Yusuf, 82) yani o kasaba
halkına sor anlamında olması gibi. Yine Yüce Allah'ın: "Ve kalplerinde
buzağı içirildi onlara.'' (el-Bakara, 92) Buzağının sevgisi içirildi
anlamındadır. İşte burada da buyruk böyledir. Yani onlar, Rabbinin emrinin
gelmesinden başkasını mı bekliyorlar?
Emirden kasıt ise,
Rabbinin cezası ve azabıdır.
Şöyle de denilmektedir:
Bu buyruk, Yüce Allah'tan başkasının te'vilini bilmediği müteşabih
buyruklardandır. Buna dair açıklamalar, daha önce el-Bakara Suresi'nde ve diğer
buyruklarda başka yerlerde geçen benzeri buyruklar açıklanırken geçmiş
bulunmaktadır.
"Yahut Rabbinin
ayetlerinden birisinin gelmesinden" buyruğundan denildiğine göre kasıt,
güneşin batıdan doğmasıdır. Bununla Yüce Allah, dünyada kendilerine mühlet
verileceğini beyan etmektedir. Artık kıyamet başgösterdi mi, mühlet vermek
sözkonusu olmayacaktır.
Şöyle de açıklanmıştır:
Şanı Yüce Allah'ın gelmesi, kıyamet günü hesap için durulacak yerde mahlukatı
arasında hüküm verip haklı ile haksızı ayırd etmek için gelişi demektir.
Nitekim Yüce Allah, bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Rabbin geldiği ve
melekler saf saf dizildiği zaman." (el-Fecr, 22)
Yüce Allah'ın gelişi
ise, bir hareket, bir yerden bir yere intikal yahut ayrılıp gitmek şeklinde
olmaz. Çünkü, böyle bir şeyancak gelenin bir cisim yahut bir cevher olması
halinde sözkonusu olur. Ehl-i sünnet imamlarının cumhurunun kabul ettiğine
göre; onlar şöyle derler: Yüce Allah gelir ve iner. Ancak O'na hiç bir şekilde
keyfiyet nisbet etmezler. Çünkü, "O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O; her
şeyi işitendir; her şeyi görendir. "(Şura, 11)
Müslim'in Sahih'inde Ebu
Hureyre'den şöyle dediği kaydedilmektedir: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"üç şeyortaya çıktı mı, önceden iman etmemiş yahut imanında bir hayır
kazanmamış olan hiç bir kimseye (sonradan) imanının faydası olmayacaktır:
Güneşin batıdan doğması, Deccal ve Dabbetü'I-Arz."
Saffan b. Assal,
el-Muradi'den dedi ki: Rasulullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim:
"Batıda yetmiş yıllık mesafede tevbe için açık bir kapı vardır. Güneş o
taraftan doğuncaya kadar asla kapanmaz." Hadisi, Darakutni, Darimi ve
Tirmizi rivayet etmiş olup, Tirmizi, hasen, sahih bir hadistir, demiştir.
Süfyan (hadisinde
senedinde yer alan ravilerden birisi) dedi ki: Şam tarafında, Allah'ın gökleri ve
yarattığı gün yaratmış olduğu, açık -yani tevbe için açık- bir kapı vardır.
Güneş oradan doğuncaya kadar kapanmaz" (Tirmizi) der ki: Bu, hasen, sahih
bir hadistir.
Derim ki: Önceden de
geçtiği gibi, Hariciler ile Mu'tezile, bütün bunları yalanlamışlardır.
İbn Abbas'ın da şöyle
dediği rivayet edilmektedir: Ben, Ömer b. el-Hattab'ı şöyle derken dinledim: Ey
insanlar, şüphesiz recm haktır. Sakın ondan yana aldanışa düşürülmeyesiniz.
Bunun ayeti (alameti) de şudur: Rasulullah (s.a.v.) recm etti, Ebu Bekr recm
etti. Biz de ikisinden sonra recm ettik. Bu ümmetten recmi yalanlayacak,
Deccali yalanlayacak, güneşin batıdan doğuşunu yalanlayacak, kabir azabını
yalanlayacak, şefaati yalanlayacak ve kemikleri görününceye kadar derileri
yandıktan sonra bir topluluğun cehennemden çıkartılmasını yalanlayacak kimseler
gelecektir. Bunu, Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) zikretmiştir.
es-Sa'lebi de uzunca bir
hadiste Ebu Hureyre'den Peygamber (s.a.v.)'ın şu manada bir hadisini
kaydetmektedir: Yer yüzünde masiyetlerin çoğalacağı, iyiliğin (marufun)
görülmeyeceği ve hiç bir kimsenin marufu emretmeyeceği, buna karşılık münkerin
(kötülüğün) yaygınlaşıp kimsenin ondan alıkoymayacağı bir zamanda güneş gece
bir süre Arş'ın altında alıkonulacaktır. Secde edip Yüce Rabbinden doğacağı yer
ile ilgili olarak izin istediği her seferinde ona cevap verilmeyecektir.
Nihayet ay da onun yanına gelecek, onunla birlikte secde edecektir. Nereden
çıkacağı hususunda o da izin isteyecektir. Ancak, her ikisine de cevap
verilmeyecektir. Nihayet güneş üç gece kadar, ay da üç gece kadar bir süre
alıkonulacaktır. Bu gecenin uzunluğunu ise, yer yüzünde ancak teheccüd kılanlar
anlayabilecektir. O günde ise onlar, müslüman beldelerin her birisinde oldukça
az bir toplulukturlar. Nihayet güneşin de, ayın da üçer gecelik miktarı tamam
olunca, Yüce Allah onlara, Cebrail (a.s)'ı gönderir ve şöyle der: "Şanı
Yüce ve münezzeh olan Rabb sizlere, battığınız yerlere dönüp oradan doğmanızı
emretmektedir. Artık bizim nezdinizde sizin ışığınız da, nurunuz da olmayacaktır."
Her ikisi de battıkları
yerlerden simsiyah olarak çıkacaktır. Ne güneşin ışığı olacak, ne de ayın nuru
olacak. Her ikisinin de misali, bundan önce tutuldukları vakti andıracaktır.
İşte şanı Yüce Allah'ın: "Güneş ve ay bir araya getirildiği zaman"
(el-Kıyame, 9) buyruğu ile: "Güneş, tortop edilip dürüldüğü zaman"
(et-Tekvir, 1) buyruğunda anlatılan budur. Bu şekilde boynuzlu iki deve gibi
yukarı kaldırılırlar. Güneş ve ay, göğün göbeğine ki, orası yarısı dır-
ulaştıklarında Cebrail onlara gelir, boynuzlarını yakalayıp onları tekrar
batıya geri döndürür. Onları batı taraflarından batırmaz. Fakat, tevbe
kapısından batırır, sonra tevbe kapısının iki kanadı da kapatılır. Daha sonra
aralarındaki boşluk da kapatılır, adeta ikisi arasında bir yarık yokmuş gibi olurlar.
Tevbe kapısı da kapatıldı mı, artık bundan sonra hiç bir kulun bir tevbesi
kabul olunmaz, bundan sonra işleyeceği bir iyiliğin de kendisine faydası olmaz.
Bundan önce iyilik yapan bir kimse olması hali müstesna. Ona da bugünden önce
yazılanların aynısı yazılmaya devam edilir. İşte Yüce Allah'ın: "Rabbinin
ayetlerinden biri geldiği gün daha önce iman etmemiş, yahut imanında bir hayır
kazanmamış olan kimseye imanı fayda vermez" buyruğunda anlatılan budur.
Bundan sonra güneşe ışığı, aya da nuru verilir, arkasından daha önce doğup
battıkları gibi yine insanlar üzerine doğup batmaya devam ederler.
İlim adamları derler ki:
Güneşin batıdan doğuşu esnasında iman edecek kimseye imanın fayda vermeyiş
sebebi, nefsin bütün arzularının hareketsiz kalacağı, beden güçlerinin
tamamının dineceği şekilde bir korkunun kalplere dolacağı, bunun sonucunda da
bütün insanların, kıyametin yaklaşacağına olan kesin inançlarının, tıpkı her
türlü masiyeti işlemeye çağıran gerekçelerin ölümün yaklaştığı esnada kesilmesi
ve bedenlerinden bu isteklerin tamamıyla çekilmeSi haline benzemesinden
ötürüdür. İşte, böyle bir durumda bulunan kimsenin tevbesinin kabul edilmeyişi,
tıpkı ölüm döşeğinde olan bir kimsenin tevbesinin kabul edilmeyişine benzer.
Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Allah, can boğaza gelmediği
sürece kulunun tevbesini kabul eder." Can, boğazın başına gelmediği sürece
tevbe kabul olunur. Tevbenin kabul olunmayacağı bu vakit ise, kişinin cennet
yahut cehennemdeki yerini göreceği sıradadır. Güneşin batıdan doğuşuna tanık
olan kimse de onun gibidir. Buna göre bu olayı gören, yahut görmüş gibi olan
her bir kimsenin hayatta kaldığı sürece yapacağı tevbenin reddolunması gerekir.
Artık, böyle bir kimsenin Yüce Allah'a ve onun Peygamberine, vaadine dair
bilgisi artık kesinlik kazanmış olur.
Eğer dünyanın ömrü
insanların bu büyük olayın meydana gelişini unutacakları vakte kadar uzayıp
gidecek ve yalnızca az bir istisna ile ondan söz edecek olurlarsa, o takdirde
bu olaya dair haber has bir haber olur ve bu haberin mütevatirliği kesilmiş
olur. İşte böyle bir dönemde İslam'a giren, yahut tevbe edenin tevbesi makbul
olur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Müslim'in Sahih'inde
Abdullah (b. Amr)'dan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Ben, Rasulullah
(s.a.v.)'dan şu ana kadar unutmadığım bir hadis bellemiştim. Rasulullah
(s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Kıyamet alametleri arasında ilk
meydana gelecek olan güneşin batıdan doğması ile kuşluk vakti dabbbe
(tü'l-arz)'ın insanlara karşı çıkmasıdır. Bunların hangisi ötekinden daha önce
olursa, öbürü de kısa bir süre sonra onun akabinde ortaya çıkacaktır."
Yine Müslim'de
Huzeyfe'den şöyle dediği nakledilmektedir: Rasulullah (s.a.v.) bir odada
bulunuyordu, biz de ondan daha aşağıda bulunuyorduk. Bize dönüp baktı ve şöyle
dedi: "Neden söz ediyorsunuz?" Biz, kıyametten dedik. Şöyle buyurdu:
"Şüphesiz on tane alamet ortaya çıkmadıkça kıyamet de vuku bulmayacaktır:
Doğu tarafında bir arz parçasının yerin dibine geçmesi, batı tarafında bir arz
parçasının yerin dibine geçmesi, Arap yarımadasında bir arz parçasının yerin
dibine geçmesi, duman, Deccal, Dabbetü'l-arz, Ye'cuc ile Me'cuc, güneşin
batıdan doğuşu ve Aden'in iç taraflarından insanları önüne katıp sürükleyen bir
ateşin çıkması." Şu'be dedi ki: Ve bana Abdulaziz b. Rufeyi' anlattı, o,
Ebu Tufeyl'den, o, Ebu Seriha'dan bunun gibi bir hadis nakletti. Ancak,
Peygamber (s.a.v.) (buyurdu) diye söz etmedi. Onuncu alamet olarak da bir
seferinde: İsa b. Meryem'in nüzulü, (inmesi), diğerinde ise: İnsanları
yakalayıp denize atacak bir rüzgar diye ifade etti.
Derim ki: Bu hadis,
alametlerin sıralanışında oldukça sağlam olarak rivayet edilmiş bir hadistir.
Bu alametlerin bir kısmı da vukua gelmiş bulunmaktadır ki, bunlar da bazı kara
parçalarının yerin dibine geçmesidir. Ebu'l-Ferec el-Cevzi'nin naklettiğine
göre Irak-ı Acemde ve Mağrib'de bu şekilde kara parçaları yerin dibine geçmiş
ve bu sebepten ötürü de pek çok kimse helak olmuştu. İbnu'l-Cevzi bunu,
''Fuhumu'l-Asar''adlı kitabında ve başkaları da zikretmiştir. İleride Dabbetül
arz'dan en-NemI Süresi'nde (82. ayetin tefsirinde), Ye'cüc ile Me'cüc'den de
Kehf Süresi'nde (94. ayetin tefsirinde) söz edilecektir.
Denildiğine göre
kıyametin bu alametleri, tıpkı ipe dizilmiş boncuk gibi yıl be yıl arka arkaya
gelecektir.
Denildiğine göre güneşin
batı tarafından çıkışındaki hikmet şudur: İbrahim (a.s) Nemrud'a:
"Muhakkak Allah güneşi doğudan doğduruyor, haydi sen onu batıdangetir
(dedi). Bunun üzerine o kafir olan şaşırıp kaldı" (Bakara, 258) demesi ile
inkarcı ve yıldızlardan hüküm çıkaran müneccimlerin hepsinin, bunları inkar
etmeleri ve böyle bir şeyin olamayacağını söylemeleridir. Şanı Yüce Allah da
inkarcılara kudretini ve güneşin, O'nun mülkünde olduğunu, dilediği takdirde
onu doğudan, dilediği takdirde de batıdan çıkartacağını göstermek için bir gün
batıdan doğuracaktır.
Buna göre, iman ve
tevbeleri reddolunacak olan kimselerin, bu hususu inkar eden ve Peygamber
(s.a.v.)'ın, güneşin bu şekilde doğacağına dair haberini yalanlayan kimseler
olması muhtemeldir. Bunu tasdik edip doğrulayanların ise tevbeleri kabul olunur
ve bundan önceki imanlarının da kendilerine faydası olur.
Abdullah b. Abbas'tan da
şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bu alametin geleceği vakit, hiçbir kafirin
ameli de tevbesi de kabul olunmaz. O gün yaşı küçük olan müstesna. Eğer, o
kimse bundan sonra İslam'a girecek olursa onun bu İslam'a girişi kabul olunur.
Günahkar mü'min olup da günahından tevbe edenin de tevbesi kabul olunur.
İmran b. Husayn'dan da
şöyle dediği rivayet edilmiştir: Güneşin (batıdan) doğacağı vakitte insanların
bir çoğunun helak edileceği bir çığlığın kopacağı sırada, tevbe edenin tevbesi
kabul olunmaz. İşte böyle bir zamanda müslüman olan, yahut tevbe eden ve helak
olan kimsenin tevbesi kabul olunmaz. Ancak, bundan sonra tevbe edenin tevbesi
kabul edilir. Bunu da Ebu'l-Leys es-Semerkandı Tefsir'inde zikretmektedir.
Abdullah b. Ömer de der ki: Güneşin batıdan doğduktan sonra insanlar, yüzyirmi
yıl daha kalacak, öyle ki hurma fidanlarını dahi dikeceklerdir. Allah gaybını
en iyi bilendir.
İbn Ömer ve İbn
ez-Zübeyr "Geldiği gün" ibares(indek)i ("ye" harfini)
"te" ile okumuştur. Nitekim: "Yolcu kafilesinden biri onu
alır" (Yusuf, 10) buyruğundaki "ye" harfi de "te" ile
okunmuştur. (...): Parmaklarından birisi gitti (sözünde) "te"
harfinin ilave edilmesi bu kabildendir. Şair Cerir de der ki: "ez-Zübeyr
(b. el-Avvam'ın öldürülme) haberi gelince, Medine'nin surları alçaldı ve huşu
ile eğilen dağlar (boyun eğdi)."
el-Müberred der ki:
Buradaki müenneslik, müennes olan bir kelimeye yakınlığı dolayısıyladır.
Aslının öyle gelmesi gerektiğinden dolayı değildir. İbn Sırin de; "Fayda
vermez" kelimesini ("ye" ile okuması gerekirken) "te"
ile okumuştur. Ebu Hatim der ki: Bunun, İbn Sirin'in bir hatası olduğu
Zikredilmektedir. en-Nehhas der ki: Bu hususta Sibeveyh'in sözünü ettiği nahiv
ile ilgili bir incelik vardır. O da şudur: İman ve nefis, her birisi diğerini
kapsamına alır. İman, nefisten ve nefisle birlikte sözkonusu olduğundan dolayı,
iman kelimesini müennes okumuştur. Ayrıca Sibeveyh şu beyiti de nakleder:
"Esen rüzgarların
yere saplanmış mızrakların üst taraflarını salladığı Mızraklar gibi; onlar da
öylece (salına salına) yürüdüler."
el-Mehdevı der ki: Eğer
fiil müennese izafe edilmiş olup izafe olunan kendisine izafe edilenin bir
bölümü, bir parçası, yahut onunla birlikte bulunuyor ise, müzekkere ait fiili,
Arapların müennes olarak kullandıkları çokça görülür.
İşte, Zu'r-Rimme'nin
söylediği (az önce nakledilen) beyiti bu şekildedir. O da burada müennes olan
"rüzgarlar" anlamındaki kelimeye izafe edilmesi dolayısıyla
"rüzgarların esişi" anlamındaki kelimeyi müennes olarak kullanmıştır,
Çünkü, esme işini yapan rüzgarlardır.
en-Nehhas der ki: Bu
konuda bir başka görüş daha vardır. İman, mastar olduğu için müennes kabul
edilmiştir. Nitekim müennes mastarın da müzekker olarak kabul edildiği olur
yüce, Allah'ın şu buyruğu da bu kabildendir:
"Artık her kime
Rabbinden bir öğüt gelir de ... " CelBakara, 275) Nitekim şair de şöyle
demektedir: "Onunla birlikte oluşumuz hususundaki mazeret, bizi mazur
göstermiştir."
(Burada da müzekker olan
mastara ait olan fiilin müzekker gelmesi gerekirken, müennes geldiği
görülmektedir). Ancak görüşlerden birisine göre, buradaki "özür"
kelimesi de müennes olan; "Mazeret" anlamında kullanıldığından dolayı
müennes zikredilmiştir. "De ki: Bekleyin, biz de" başınıza gelecek
olan azabı "beklemekteyiz."
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN